28 Mayıs 2012 Pazartesi

BOŞANMA VE ÇOCUĞUNUZ



Boşanma bir evliliğin sona erişinin hukuksal tanımıdır. Psikolojik açıdan ele alındığında aile bütünlüğünün bozulması ve bütün aile bireylerini olumsuz etkileyen karmaşık bir olgudur. 

Evlilik bir seçim olduğuna göre evliliği sonlandırmak da bir seçimdir. Eşler birbirleri ile iletişim kurmakta zorlandıklarında, paylaşım azaldığında, başka biri ile birlikteliğe karar verdiklerinde vb. nedenlerle boşanmayı isteyebilir. Boşanma olayı, buna karar veren erişkinlerde bile ruhsal sorunlara yol açmakla beraber bu durum çocuklarda daha da karmaşık bir hale dönüşebilir. 

Pek çok kişinin evliliğini çocuklarını düşündüğü için sonlandırmak istemediğini duyuyoruz. Bana göre; sürekli kavga gürültünün olduğu bir aile ortamında yaşamak çocukların gelişimlerini ve ruhsal durumunu daha da olumsuz etkileyebilir. Tabii ki her çatışmada ve olumsuz durumda boşanma olsun demek istemiyorum, ama hiçbir çıkar yol yoksa boşanmak kaçınılmazdır. Ancak bu olayı dramatize edip, işin içinden çıkılamaz bir hale dönüştürmemek gerekir. 

Eşler boşanma kararı aldıktan sonra bu durumu birlikte çocukları ile paylaşmalı. Zor olsa bile çocukların önünde sakin görünmeye ve kontrolü kaybetmemeye çalışmalıdır. Eğer eşler kendilerinden emin görünür ve tutarlı konuşurlarsa, çocuklar üzülseler bile durumu daha kolay kabul edeceklerdir. Şunu unutmamak gerek; eşler birbirinden boşanabilir, ancak çocuklarından boşanamazlar. 

Boşanmış anne babalara sahip olmak ya da boşanmış bir ailenin üyesi olmak kendi başına zararlı değildir. Önemli olan, aile üyeleri arasındaki ilişkilerin ve aile hayatının kalitesidir. Çocukların ayrılma ve boşanmaya gösterdikleri tepki büyük ölçüde eşlerin birbirlerine tepkilerine bağlıdır. Çocuğun en az zararla bu olayı atlatmasını sağlamak gerekir. 

Boşanma kararı alındıysa bu durumu çocuklardan saklamamak en doğru yoldur. Eşlerden biri hiçbir açıklama yapmadan evden ayrılırsa çocuk reddedildiğini ve istenmediğini düşünebilir ve her şeyin sorumlusu olarak kendini görebilir. Onlarla konuşurken eşinizle aranızdaki sorunlardan ve ayrılma kararınızdan onların sorumlu olmadıklarını belirtin. Çocukların önünde mutsuz görünmemeye ve kontrolünüzü kaybetmemeye çalışın. Sorulara açık ve net cevaplar vermeye ve birbirinizi suçlamamaya çalışın. Ayrıca istediği zaman evden ayrılan ebeveyni görebileceğini belirtin.

Çocukların ruhsal olarak sağlıklı gelişebilmeleri ve insanlarla kalıcı ve sevgi dolu ilişkiler kurabilmeleri onların hayatlarındaki en önemli kişilere, anne babalarına yakın olmalarına bağlıdır. Eşler boşanma döneminde öfke, kırgınlık, küçümsenme ve suçluluk duygularını bir arada yaşarlar, ancak çocukları bunlardan uzak tutmak gerekir. 

Çocuklarınızın boşanmanıza uyum sağlamalarına yardım etmek için atacağınız ilk adım yapmanız gereken şeylerin bilincine varmaktır. 

- Ailenizin kendine özgü koşulları içerisinde ayrı yaşama ve boşanmanın ne anlama geldiğini çocuklarınızın anlamalarını sağlayın.
- Çocuklarınıza yaşlarına uygun biçimde boşanmanın onları nasıl etkileyeceğini somut ifadelerle açıklayın.
- Çocuklarınızı her zaman sevileceklerine ve en iyi şekilde bakılacaklarına inandırın ve bu yönde davranın.
- Çocukları diğer ebeveyn ile mutlu ve sıcak bir ilişki sürdürmek için cesaretlendirin ve bunun için elinizden geleni yapın. 
- Eski eşinizle ilişkiyi mümkün olduğu kadar sorunsuz sürdürün Bu mümkün değilse, sorunları çocuklara yansıtmayın.
- Çocuklarla ilgili konularda eski eşinizle işbirliği yapmalısınız.
- Çocuklarınızın sizin için önemli ve değerli varlıklar olduğunu hissetmelerini sağlayın.
- Hayatlarındaki başka insanlardan ve uzmanlardan yardım ve rehberlik istemeleri için çocuklarınıza yardım edin.

Boşanmalar o kadar yaygınlaştı ki, mutlu bir aile yaşamı olan çocuklar bile en yakın arkadaşlarının anne babası gibi, kendi anne babalarının da boşanacağı endişesini taşımaktadır. 

Çocuğunuza yardımcı olmak istiyorsanız, çocuğunuzun duygu ve düşüncelerini paylaşmaya ve onu dinlemeye ve anlamaya çalışın. Ayrıca boşanma süreci başladığında onları mahkeme ortamından uzak tutmalı ve taraf tutmak zorunda bırakmamalısınız. Eşler çocukları ile ilgili kararlarda bir araya gelebilmeli. Çocuğunuzu eski eşinizi cezalandırmak için kullanmamalısınız. 

Çocuklarınıza davranışlarınızla ve sözel olarak onları çok sevdiğinizi belirtin. 

Bütün bunlara ek olarak kendinizin ve çocuğunuzun boşanmadan kaynaklanan sorunlarla başa çıkmanız için bir uzmandan yardım almanız en doğru davranıştır.

27 Mayıs 2012 Pazar

Affetmenin Beden Üzerindeki Etkisi


Yapılan bilimsel araştırmalarda affetmenin, kişinin fiziksel bedeni üzerinde çok belirgin rahatlamalar sağladığı açıkça gözlemlenmiştir. Birisine veya bir olaya duyduğunuz kızgınlığı, öfkeyi, o kişiyi affetmediğiniz sürece, içinizde kor bir ateş gibi taşırsınız. Sanmayın ki karşı tarafı yakarsınız, sadece kendi kendinizi yakarsınız. Çünkü öfkenin de kızgınlığın da kaynağı sizsinizdir. Kaynak kendi içinde kavrulur durur. Sanmayın ki affettiğinizde karşı tarafı yüceltip, ona hediye verirsiniz. Sadece kendinizi öfkeden arındırır, özgürleştirirsiniz. Karşı tarafın, sizin onu affettiğini bilmesine bile gerek yok, kendi içinizde kendiniz için affetmeniz yeter.

Affedememenin, kızgın olmanın beden üzerindeki fiziksel tepkimeler;
*Mide ağrısı, sırt ağrısı, uykusuzluk,
*Kortizon hormonu seviyesini arttırarak bağışıklık sistemini zayıflatması, kilo alımını desteklemesi,
*Şeker hastalığı, yüksek tansiyon hastalığı.
*Psikolojik baskının artmasıyla kalp basıncının artması ve beraberinde pek çok hastalık riskini getirdiği bilimsel olarak deneylerle kanıtlanmıştır.
Artık bütün bilim adamlarından da sık sık duyuyorsunuz, olumsuz düşünce ve duyguların
bedenimizdeki yansımasının hastalıklar olduğu belirtiliyor. Peki bütün bunları bile bile neden affetmesi bu kadar zor geliyor?
Acaba affedince kendinize haksızlık yaptığınızı, karşı tarafa da jest yaptığınızı mı düşünüyorsunuz?
Hayır tam tersi, asıl haklı olduğunuz halde kendinize zarar vererek haksızlık ediyorsunuz. Başkası için nasıl bir duygu besliyorsanız, nasıl kelimeler telaffuz ediyorsanız aynısını kendi içinize de yolluyorsunuz. Duyduğunuz öfke, nefret ya da kızgınlık duygusu sizden çıkıp gitmiyor, aksine içinizde zehirli bir sarmaşık gibi büyüyerek hücrelerinizi ele geçiriyor. Bir çeşit içsel intihar…
Eğer hala affedemediğiniz kişiler ya da olaylar varsa bugün şöyle bir egzersiz yapmanızı tavsiye ederim. Sakin bir yere gidin ve gözlerinizi kapatın.
Aşağıdaki soruların cevaplarını zihinsel olarak yaşayın. Zihninizle görün, duyun, hissedin. 
Eğer affetmiş olsaydınız hayatınız nasıl olurdu?
Ne yapıyor olurdunuz?
Kendinizi nasıl hissediyor olurdunuz?
Kendinizi o kişi veya olaydan özgürleştirmiş olma duygusu nasıl olurdu?

Affetmeye hazır olmayabilirsiniz ya da” istiyorum ama yapamıyorum” diyebilirsiniz ama en azından kendinize bu egzersizi yapma izni verirseniz büyük bir adım atmış olursunuz.
İyi egzersizler…
Sevgiyle ve sağlıkla yaşayın… 
Arzu Bıyıklıoğlu 
NLP uzmanı ve Yaşam Koçu

Bekar anne babalar; siz bir ailesiniz!

Aile kelimesi genellikle karı-koca ve onların biyolojik çocuklarından oluşan topluluğu ifade etmek için kullanılır. Oysa günümüzde aile kavramı pek çok anlama geliyor. Anne-babalar evli, bekar, boşanmış ya da eşini kaybetmiş olabileceği gibi, çekirdek aileler, geniş aileler, evlat edinilmiş çocukların olduğu aileler, karışık aileler, çeşitli nedenlerle uzak mesafelerde yaşayan aileler gibi pek çok farklı aile yapısı mevcut.

Suçluluk duygusu ile baş etmek

Bekar anne-babaların çoğunun suçluluk duyguları ile mücadele ettiği biliniyor. Anne-babalar boşandıkları için, çocuklarını disipline ettikleri için, çok fazla çalıştıkları için gibi çeşitli nedenlerle suçluluk duyabiliyorlar. Zaman zaman bu suçluluk duygusu çocuklara kesin sınırlar koymalarını engelleyebiliyor ve anne-babalar tutarsız ya da çok izin verici bir tutum benimseyebiliyorlar. Bazı anne-babalar da eksik olan ebeveynin yerini doldurmaya çalışıyor. Hatta bu nedenle çocuktan özür dileme ihtiyacı dahi duyabiliyorlar. Ancak özür dileyici mesajlar vermek, birinin yanlış bir şey yaptığı anlamına geliyor. Bunun yerine anne-babaların kararlarını gözden geçirmeleri ve içinde bulundukları durumu gerçekçi bir şekilde değerlendirmeleri gerekiyor. Solo anne&babalar olarak çocuklarınız için yapabileceğiniz en iyi şey evde ve işte mutlu ve güçlü olmaya çalışmaktır. Tutarlı, sevgi dolu ebeveynleri olan çocuklar mutlu bir şekilde büyüyecektir.

Sorunlarla baş etmek: Bekar anne-babalı aileyi güçlendirmek
Çocuk yetiştirmenin tek bir doğru yolu mevcut değildir. Ancak araştırmalar bekar anne-babaların çocukların şu özel ihtiyaçlarına dikkat göstermeleri gerektiğini ortaya koyuyor:

Güvenlik: Güvenlik duygusu sarsıldığında çocuklar yeni ve beklenmedik olaylar karşısında daha büyük korku duyabilirler. Anne-babadan biri evinden (ve belki de hayatından) ayrılan çocuklar diğer ebeveynin de kaybolacağından endişe edebilirler. Bu durum karşısında anlayışlı ve sabırlı olmaya çalışın. Zamanla çocuğunuzun güven duygusunu yeniden oluşturacaksınız.

Bağımsızlık: Çocuklarınızın yeniden üzülmesini önleme ihtiyacı duyabilirsiniz. Bu korkudan dolayı da aşırı derecede koruyucu davranabilirsiniz. Ancak çocukların bağımsız bir şekilde uçabilmeleri için kanatlarını test etmeleri gerekir. Kendinize şu soruyu sorun: Aşırı derecede korumacı mı davranıyorum yoksa sadece çocuğumun sağlık ve güvenliğine özen göstermeye mi gayret ediyorum?
Çocuklarımın mı ihtiyaçlarını karşılıyorum, yoksa çocuklarımı sürekli yakınımda bulundurarak kendi arkadaşlık ihtiyacımı mı karşılıyorum?

Kabul etme: Çocuklarınızın onları sevdiğinizi ve ne olursa olsun onları kabul ettiğinizi bilmelerini sağlayın. Kimse mükemmel değildir. Çocuklar, hata yapsalar bile her zaman kendilerini seveceğinizi bilmeye ihtiyaç duyarlar.

Sevgi: Çocuklarınıza onları sevdiğinizi söyleyin. Sevginizi sarılarak, öperek ve kelimelerle dile getirin.

Zaman: Her gün çocuklarınızla birlikte zaman geçirin. Okumak, birlikte yürüyüşe çıkmak, gününüz hakkında konuşmak ya da yemek masasını birlikte hazırlamak beraber vakit geçirmenizi sağlayacak yollardan bazıları. Ayrıca özel olayları paylaşmanız da önemli. Aile olarak tatile çıkmak, birlikte maç izlemek, sinemaya ya da dondurma yemeye gitmek çocuklar için önemli jestlerdir. Birlikte zaman geçirmek ilişkilerinizi güçlendirir ve çocuklarınıza sevildiklerini hissettirir.


26 Mayıs 2012 Cumartesi

Yüksek Kurul As Başkanı "Boşanmaya Dair" Konuştu


Avrupa'nın Telegraph gazetesinin haberine göre Boşanma dairesi Yüksek Kurul Başkanı Paul Coleridge ile ilgili yayınlanan haberde boşanmaya dair şunlar aktarılıyor;


"Yüksek Kurul As Başkanı olarak Paul Coleridge; insanları boşarken eşlerin ve çocukların arasındaki o can alıcı sahneye birçok defa şahit olmuştur.

Şahit olduğu pek çok acı, başkanda merhamet duygularını uyandırmış olmalı ki kendisi özellikle çocukları ilgilendiren kurum sıfatını taşıyan bir hayır kurumu kurmuştur.

Bakım evlerindeki ya da nezaretlerdeki birçok çocuğun geçmişine bakarsak yıkılmış bir aile tablosu görürüz. Acı bir gerçek daha var ki; aile yıkımlarının ulusa yıllık masrafı 44 milyon euro, yani ulusal savunma bütçesinden daha fazla…

Bu hayrete düşüren bir sayı… Ve tabii ki boşanan ebeveynlerin çilesini çocuklar çekiyor. Bazı boşanmalarda yeterli nedenlerin olmadığını söyleyen Sayın Paul’un bu konudaki haklılığından şüpheliyim. Edindiği tecrübelere istinaden, çiftler genelde sıkıldıkları için boşanıyorlar.

'Boşanmak acı vericidir ve çiftlerin evli olmaktan vazgeçmelerinin nihai nedeni eşitlik  ve denklik konularından bağımsızdır.' diyor Paul.

Ve evet, Sayın Paul şunu söylemekte haklı: '1950'lerdeki birçok evlilik halen devam etmekte, çünkü o zamanlar boşanmak büyük bir ayıptı.' Ama Paul Coleridge aynı zamanda bilmeli ki bitmesi gerektiği halde devam eden evliliklerin çoğunda çiftlerden en az biri cehennem azabı çekmekte.

İyi bir evliliğe sahip olmak bir lütuftur. Bir aileyi kurabilmek için gerekli olan altın standarttır. Ama kötü bir evlilik ruh emicidir. " Maalesef bazen boşanmak en iyi çözümdür, bu çözümden önce dikkatli olup sonu nihai ayrılık olan evliliklerden kaçınılmalı."

*Telegraph gazetesinden Bechos.com için revize edildi.

Boşanma sancıları

Boşanmak çok zor alınabilen bir karar.
Yani öyle olmalı. Son zamanlarda evcilik oyunu gibi başlayan ama “sıkıldım artık oynamıyorum” şeklinde biten, çocuk oyunu zannedilen evliliklerin sayısı gün geçtikçe artmış olsa bile, ki bunlar zaten başlı başına incelenmesi  gereken toplumsal vakalar, boşanmak zor bir karar.
Evlenirken aşk var, sevgi var. İki gönül bir olunca, samanlık seyran olacak zannı var. Aynı çatının altında, birbirlerine kavuştuklarında her şeyin düzeleceğine olan inanç var. Dolayısıyla tahammül güçleri yüksek.  Kapılarını kapadıklarında ailelerin müdahaleleri dışarıda kalacak, ileride bebeklerini de kucaklarına aldıklarında her şey tam olacak zannediyorlar.
Ama boşanmak öyle değil. Zor, çok zor.
Öncelikle çocukların psikolojisini hesaba katmak lazım. Çocuklar boşanmanın travmasını yaşamasın diye bir ömür birbirlerine katlanan insan sayısı az mı?  Ya da boşanma sancılarını çocuklarına yaşatmamak uğruna daha beterini yapıp, yavrularını kavga dövüş bir ortama mahkum eden anne babalar?
Gelinini ya da damadını hiç benimsemediği halde, laf boşanmaya gelince ortalığı ayağa kaldıran, boşanmış çocuğunu eve almayacağını söyleyerek,  onu ömür boyu mutsuz, hatta belki dayak yediği, belki aldatılmanın ruhunu törpüleyen döngüsünün, tacizin, şiddettin  yer aldığı bir evliliğin içine hapseden büyüklere  ne demeli?  Sanki  bebekken canı yanmasın diye gözünün içine baktığı, ilk adımlarını alkışladığı, ateşi çıkınca başında sabahladığı evladı, evlendiğinde “evlat” olmaktan çıkıyor. “El alem ne der”  baskısının bu kadar yoğun hissedildiği bu toplumda “evlat” değil, kendisini rezil etme potansiyeli  yüksek olan bir tehdit oluyor  evlendiğinde.
Hal böyle olunca, çocuklarının psikolojisini düşün,  “yuva yıkılmaz” diyen anne babanın psikolojisini düşün, peki artık kendi evinin içinde nefes bile alamayan, üstüne gelen duvarların içinde kendini esir hisseden biçarenin psikolojisi ne olacak?
Hadi geçtim psikolojiyi, bir de üstüne hayatın gerçekleri var.  Varsa mallar nasıl paylaşılacak,  iki tarafa da lazım, araba kimde kalacak? Hadi paylaşılamayacak mal yok, eh bu adam boşanınca nafaka ödemezse, bu ev nasıl dönecek? Adam nafakasını kuruşu kuruşuna öderse ama bu defa de kadın çocukları babasına göstermezse ne olacak?
Gördünüz mü, çoğu zaman güle oynaya, aşkla sevgiyle kurulan yuvalar, kim bilir hangi sorular cevaplanamadığı için sürüp gidiyor. Sevginin yerini tehditler, cevaplanmayan sorular almış kaç evlilik, tam da burnumuzun dibinde kendi halinde devam ediyor.
Dün gece çay içmeye gittiğiniz komşunuz, okul kapısında çocuğunuzu teslim ettiğiniz öğretmen, fikrini sorup danıştığınız avukat, hatta bu hafta sonu torunlarınızı ziyarete getirmedi diye söylendiğiniz  evladınız….  Kimsenin kapısının ardında neler yaşadığını bilmiyoruz.
Bildiğim tek bir şey var. Kimin ne dediği hiç mi hiç önemli değil.  Kimsenin kaderini belirleme lüksümüz yok hayatta. Söz konusu evladınız da olabilir, kardeşiniz de, komşunuz da…  Bize düşen, destek olmak.   El alem ne derse dersin.

Sevgiler
Yeşim Varol  Şen
Yaşam Koçu ve Evlilik Danışmanı
-Milliyet Gazetesi'nden alınmıştır-

Karton Oyun Evi


 Havalar ısındı. Çocukların çadır yapmak, parka gitmek, dışarıda vakit geçirme isteklerinin tavan yaptığı günlerde size keyifli vakit geçirebileceğiniz ve çocuğunuzun mutlu olacağı, aynı zamanda da hayal gücünü ve el becerisini geliştirebileceği bir alternatif; karton oyun evi ;) Evinizin camlarını, balkonlarını elinizdeki malzemeye, çocuğunuzun zevkine göre, çiçeklerle ya da hayvan figürleriyle, oyuncaklarla süsleyebilirsiniz. El emeği eviniz çocuğunuzun odasında, balkonunuzda ya da bahçenizde durabilir. Kolay gelsin;)

25 Mayıs 2012 Cuma

Baba Olmanın Güzel Yanı


Baba olmak, hobilerinize eşlik edecek, tıpkı size benzeyen, her hareketinde çocukluğunuzu hatırlatan, aynı zamanda genç ve zinde tutan küçük bir arkadaşınızın olması demektir. Siz neyi seviyorsanız sizi taklit etmek, sizle bir şeyler paylaşmak amacıyla o konuya ilgi duyan bir arkadaşınız... Hem de sizden daha iyisini bilmeyen, sizi gölgede bırakmayacak, problemlerini anlatıp canınızı sıkmayacak, ben burayı sevmedim, işim çıktı artık gitmem lazım demiyecek, söz vermiştim ama gelemeyeceğim söylemlerle sizi yarı yolda bırakmayacak bir arkadaş...

Ayşen Ilgın

Kediler evde kalsın, köpekler doğru pansiyona


 Tatile giderken evcil hayvanlarını nereye bırakacaklarının telaşına kapılanların dikkat etmesi gerekenleri Gül Pınar Zeren’in aracılığıyla Talat Gülbay anlatıyor;
Tatile giderken hayvan dostlarınızı bırakacak bir yakınınız varsa, şanslı insanlardansınız. Ama eğer yoksa iyi bir araştırma yapmalısınız, çünkü petinizi bırakmak için iyi bir hayvan pansiyonu bulmalısınız. Kedi ve köpeklerin bakım ve alışkanlıkları birbirinden çok farklı. Köpekleri pansiyona bırakmak en iyi yöntemken, kedilerin pansiyona bırakılması veterinerler tarafından zorunlu kalınmadıkça önerilmiyor. Tatiliniz iki-üç günlük bir kaçamaksa kedilerin evde bırakılması daha doğru. Uzun tatillerde kedinin 15 günden fazla pansiyonda bırakılması uyum sağlamasına ve eve döndüğünde uyum sorunu yaşamasına neden oluyor. Uzun süre kafes ortamında kalan kedi mutsuzlaşıyor.
Köpeklerdeyse durum biraz farklı. Uygun koşullarda kedilerden daha uzun süre pansiyonlarda kalabiliyor. Pansiyonlar, özellikle sağlık ve hijyen konusunda yeterli olmalı. Ruhsatlı olmalı ve sürekli denetlenmeli. Hayvanların kalacakları yer, fiziksel ihtiyaçlarına uygun büyüklükte olmalı. Hayvanların, gürültü ve stresten insanlardan daha fazla etkilendiklerini unutmadan huzurlu bir ortam seçilmeli. Kaçmalarına imkân tanımayacak profesyonel bir ekibin çalıştığı, sürekli veteriner kontrolünde olan ve hayvanlarla yeterince ilgilenebilecek sayıda personelin çalıştığı pansiyonlar tercih edilmeli.

SEVDİĞİ EŞYALARI GÖTÜRÜN
Yabancı bir ortama girmenin yarattığı stresi azaltmak için, alışmaları için sürekli kullandıkları mama kabı ve en sevdikleri oyuncakları gibi eşyaları götürmek de yararlı olur. Dostunuza bakacak kişinin hayvanlarla arasının iyi olması da önemli. Hayvanlar duygularını konuşarak aktaramadıkları için, onların hislerini anlayabilecek deneyimli bakıcılara ihtiyaçları var. Pansiyon çalışanlarının da bu yetiye sahip olduğundan emin olmasınız.
Kedi ve köpekler ani gıda değişikliklerine karşı çok hassas. Normalde 10-15 gündeki gıda değişikliklerini bir anda yapmak sakıncalı olacağından, alışkın olduğu mamaları götürmeli. Aşı karneleri ve sağlıklarıyla ilgili detaylı bilgileri de götürmek gerekir. Aşılarının tam, iç ve dış parazit ilaçlarının eksiksiz olması; diğer hayvanların da bu koşullara uyulması durumunda kabul edilmesi sağlık açısından önemli. Sağlık sorunu varsa, tedavisinin devam ettirilebileceği bir pansiyon tercih edilmeli.

ÖNCEDEN YAPMANIZ GEREKENLER
- Eğer kuru mama kullanmıyorsanız 15 gün önceden kuru mamaya alıştırın.
– Pire, kene ilaçlamasını yaptırın.
– Pansiyonu önceden ziyaret edin.
– Kalacağı süre boyunca yetecek kadar mamayla götürün.
– İletişim bilgilerini bırakmayı unutmayın.
– Size ulaşamamaları durumunda, arayabilecekleri birinin numarasını daha bırakın.
– Evcil hayvanınızın sağlık durumu ve alerji gibi konularla ilgili bilgiyi bildirin.
– Huy ve alışkanlıklarını bakıcılarına anlatın.
 
Pako’nun Sayfası

24 Mayıs 2012 Perşembe

Hafta sonu babalarına…



Ayrılmış ebeveynlerde, çocuğun hafta sonunu geçirdiği ebeveyn (tüm dünyada genelde baba) ile haftanın kalan kısmını geçirdiği ebeveyni bekleyen zorluklar birbirinden farklıdır. Ancak, her iki tarafın ve çocuğun bir adaptasyon sürecine ihtiyacı olduğu muhakkaktır. Çocuğun alıştığı düzenden kopması bir takım duygusal ve adaptif sorunları da beraberinde getirebilir. Bu geçim dönemiyle ilgili olumsuz etkiler, olumlu anne-baba tutumları sayesinde, çocuğun tüm hayatını etkileyen bir sorun yumağı haline gelmeden en aza indirilebilir.

Hafta sonu babalarına yönelik öneriler şunlar olabilir:
 - İlk üç yaşın sonuna kadar anneyi ve alıştığı düzeni bırakıp, çok sevse de babayla birlikte kalmak çocuğu zorlayabilir. Buna duyarlı olmak ve çocuğun günlük ritmine uygun günübirlik görüşmeler ayarlamak önemlidir.
- Genel olarak çocuğun yaşı, istekleri, ihtiyaçları ve genel hayat düzeni göz önüne alınarak oluşturulmuş düzenli ve tutarlı görüşme saatleri ayarlanmalıdır.
- Eşlerin birbirlerine yönelik öfkeyi çocuklar üzerinden yaşamak yerine ayrı bir platformda çözümlendirmeyi öğrenmeleri gerekir.
- Baba, çocuğun temel alışkanlıkları edinmesi için sorumluluğu eşle paylaşmayı öğrenmelidir. Anne ve baba evinde ortak dil ve kurallar oluşturmak bu açıdan önemlidir.
- Her iki evde de benzeri rutinler ve kurallar oluşturularak çocuğun uyumu sağlanmalı ve manipülatif tutumu da böylece uygulanmalıdır.
- Babalar hafta sonunun tümünü babaanne, akrabalar veya ikinci eşle beraber geçirmek yerine çocuklarıyla birebir zaman geçirmeye dikkat etmelidirler.
- Çocuk için diğer ebeveynle iletişim halinde bulunmak gerekir.

-alıntıdır-

MUTLULUK İÇİN SÜKUNET




 Vivation, negatif duygu, düşünce ve hislerin ortadan kaldırılması için optimal bir yetidir. Vivation bunu –önyargısız, mevcut anın farkında olan- tam bir farkındalık hali yaratarak elde etmektedir ve bu farkındalıkla birlikte tüm rahatsızlıklar tamamen ortadan kalkar. Vivation’ın her an, her yerde uygulanabileceği gerçeği de göz önünde bulundurulduğunda, Vivation’ı öğrenmek, aşağıdaki konularda çok ciddi fayda sağlayacaktır:

• Uzun zamandır süregelen ruhsal, duygusal ve fiziksel sorunların ortadan kaldırılması
• Günlük huzursuzluk ve baskılarla, ortaya çıkar çıkmaz etkin şekilde baş edebilme becerisi
• Daha yüksek düzeyde kişisel  etkinlik sağlamak için bir disiplin geliştirmek

Farkındalığın inanılmaz tıbbi ve psikoterapik etkileri hâlâ araştırılmakta ve belgelenmektedir. Vivation sayesinde istediğimiz yer ve zamanda kendi ruhsal, duygusal ve fiziksel faydamız için bu farkındalık haline ulaşabiliyoruz. Jim Leonard Vivation’ı her zaman “Mutluluk  Becerisi” olarak nitelendirmiştir. Peki, mutluluk nedir ve Vivation daha fazla mutlu olabilmemiz için nasıl yardımcı olabilir?

Vivation ve Mutluluk

Pozitif psikolojiyle ilgili yapılan yakın tarihli çalışmalar sayesinde, mutluluğu etkileyen faktörlerle ilgili günümüzde daha geniş bir perspektife sahibiz. Örneğin, mutluluğu aramayı artık onu gerçekleştirmek için gerekli “üç strateji” çerçevesinde değerlendiriyoruz:

• Keyifli Yaşam – anlık zevkin tadını çıkarabilmek
• Bütünleşik Yaşam – kişisel yeteneklerimizin farkında olmak ve bunları günlük hayatımızın iş, sosyal, aile ve kişisel taraflarında uygulayabilmek
• Anlamlı Yaşam – kendimizin üzerinde yüce bir amaç için hizmet etmek

Peki Vivation, bu çerçevede nerede ve nasıl devreye giriyor? Farkındalığın etkileri konusunda ciddi araştırmalar  yapılan nörobilimden farklı olarak, batı psikolojisinin bu konuyu tam anlamıyla idrak edebilmesi için kaydetmesi gereken çok yol var. Batı psikolojisi “akış” denen bir halin varlığını kabul ediyor  -bu çok sevdiğiniz bir işi yapmaya kendinizi tamamen kaptırdığınızda, zamanın ve diğer her şeyin nasıl akıp gittiğinin farkında olmadığınız bir ruh halidir-. Ancak yapmayı çok sevdiğimiz bir şeye kendimizi tamamen kaptırmak bazen abartılabilir. Yapılan iş, negatif düşüncelerimizi, duygularımızı ve hislerimizi bastırmaya hizmet eden bir obsesyon halini alabilir. Bastırmak sadece bir eylem değildir, aynı zamanda enerjimizi emip tüketen ve potansiyelimizin gerçekleşmesine mani olan bir yaşam biçimidir. Sonucu da olması gerekenden çok daha sönük bir yaşamdır.
Vivation bize alternatif bir yol sunar. Kendimizi bir işin içinde kaybetmek yerine (“akış”), “var olma” halinin içinde kaybederek dengeleriz; yani önyargısız, saf var olma, mevcut anın farkında olma halinde. Çünkü bu ruh halinde olduğumuz zaman, en negatif düşüncelerimizi, duygularımızı ve hislerimizi bile tamamen ve kalıcı olarak anlama ve yok etme şansına sahip olabiliriz. Bunun sonucunda da yaşamdan keyif almak için inanılmaz bir enerji açığa çıkar. Farkındalık zihninin derin huzuru ve sükuneti, aynı zamanda ruhsal, duygusal ve fiziksel olarak fevkalade dinlendiricidir ve sonunda kendimizi pozitif ve enerjiyle dolmuş hissederiz.

Şimdi Seligman’ın stratejilerinin her birini tekrar değerlendirelim; ancak bu sefer Vivation ve farkındalık halinin bu stratejilerin daha iyi uygulanabilmeleri için nasıl katkıda bulunabileği perspektifinden bakalım:

• Keyifli Yaşam – anlık zevkin tadını çıkarabilme kapasitesidir. Zevk almamızı engelleyen en önemli faktörlerin başında kıyaslama ve yargılama gelir. Sevmediğimiz kişiler, yerler ve şeylerden vazgeçme zevk alma kapasitemizi sınırlamaya hizmet eder. Vivation bu negatif yargılarımızla baş etme kapasitemizi geliştirir ve yaşadığımız andaki keyfi bulma kapasitemizi güçlendirir.

• Bütünleşik Yaşam – kişisel yeteneklerimizin farkında olmak ve bunları hayatımızın tüm alanlarında uygulayabilmektir. Vivation kendimizi bazen gereğinden fazla hevesli şekilde eylemler içinde kaybetme eğilimimizi dengeler. Vivation uygulaması, diğer meditasyon türlerinde olduğu gibi, yaşamın stresleri ve zorluklarıyla başa çıkmamıza yardımcı olur ve huzur ve sükunetin tadını çıkarabileceğimiz alternatif ruhsal bir alan sağlar ve kendimizi istediğimiz anda tazelememize olanak sağlar.

• Anlamlı Yaşam – kendimizin üzerinde yüce bir amaç için hizmet etmektir. İçimizde başkalarına yardım etmek veya yaşadığımız ortamdaki –veya dünyamızdaki- yaşam kalitesini artırmaya katkıda bulunmak için “boşluk” bulamamamız, çoğunlukla gördüğümüz sorunların büyüklüğü, karmaşıklığı ve zorluğu karşısında çaresiz kalma hissimizden kaynaklanır. Tüm bu hislerin altında yaşama karşı ve dünyada içinde bulunduğumuz duruma bir bıkkınlık hissi yatmaktadır. Pozitif olmak bunun tam tersidir. Pozitif olmak demek, çözüm aramak ve değişimi gerçekleştirmek için bir araya gelmektir. Vivation, geçmişin baskılarından ve günlük yaşamın yeni streslerinden uzak, kendimizi yenilememize ve yeniden enerji dolmamıza yardımcı olan yeni bir nefes alma alanı yaratır.

Peter Mark Adams

Peter bir profesyonel yönetim danışmanı ve kişisel gelişim koçudur. Peter Vivation ve Yenidendoğuş (rebirthing) nefes egzersizleri öğretmektedir. Vivation Eğitmenliği’ni modern nefes çalışmalarının öncülerinden, aynı zamanda bu tekniğin yaratıcısı olan Jim Leonard’dan almıştır. 10 yılı aşkın süredir profesyonel nefes eğitimleri ve kişisel danışmanlık hizmeti vermektedir. Ayrıca çok sayıda enerji temelli terapi ve kişisel gelişim tekniklerinde 35 yıllık deneyime sahiptir: karate, yoga, transandantal meditasyon, tai chi, reiki ve bir çok enerji psikolojisi tekniği – EFT (Duygusal Özgürleştirme Tekniği) ve TAT (Tapas Akupresur Tekniği) gibi.

Peter Mark Adams

23 Mayıs 2012 Çarşamba

AÇIL BAHÇE AÇIL /Çocuk Kitabı



“Kitap Perisi” Aytül Akal ve “Renklerin Hakimi” Mustafa Delioğlu’ndan, büyük beğeniyle okunan Açıl Kapı Açıl kitabının ardından muhteşem bir resimli kitap daha… Aytül Akal’ın düşlerinden dökülen sözcükler, Mustafa Delioğlu’nun fırçasından sıçrayan renklerle birleşerek, serinin ilk kitabındaki gibi yine büyüleyici bir ahenk oluşturuyor. Mevsimlerden ilkbahar olunca, öğretmenin aklına ilkbaharla ilgili bir ödev hazırlatmak gelir öğrencilerine… Ödev hazırlamak kolay! Ne de olsa bilgisayarda her şey var. Peki, gerçekten öyle mi?

Bilgisayar bize erik ağacında cıvıldayan kuşları, onları avlamak için pusuda bekleyen mırnavı, oraya buraya konan uçuçböceğini anlatabilir mi hiç? İlkbaharla ilgili bir ödev hazırlarken kuru kuruya sanal bilgilerle uğraşmak niye?

Bahar geldi. Kapıları sonuna kadar bahçelere açalım. İlkbaharın her bir tonunu içimizdeki bahar coşkusuyla doğanın kucağında yaşayalım…

Çocuk yazınının renkli kalemlerinden Aytül Akal, bu eğlenceli öykünün satır aralarına serpiştirdiği mesajlarla, eğitimde kuru bilginin yeterli olmadığına, gözlemleyerek öğrenmenin kalıcılığına ve gerçekçiliğine mizahi bir dille vurgu yapıyor.

Ezberci bir eğitim modeline tabi olmadan bilginin kaynağına ulaşabilmek içinse kişisel deneyimin kaçınılmaz olduğunun altını çiziyor.

Şiirsel bir akıcılıkta ilerleyen dili, gökkuşağının tüm renkleri ile boyanan resimleriyle Açıl Bahçe Açıl, çocukları ilkbahar mevsimiyle tanıştırmak için gereken her türlü içeriğe sahip, bahar kadar canlı, yeşil ve sımsıcak bir kitap…

Açıl Bahçe Açıl
Aytül Akal & Mustafa Delioğlu
36 Sayfa
Uçanbalık Yayıncılık

EBRU ALTIN
izlenimlerinderinligi.blogspot.com
                                    

Ebeveyn ve Aile Koçluğu




Ebeveyn ve Aile Koçluğu, ebeveynlerin öz farkındalık kazanarak daha etkin aile içi iletişim kurmalarını, çocuklarına daha iyi örnek olmalarını ve aile bağlarını güçlendirmelerini destekleyen bir çalışmadır.
Günümüzde aile içi sorunların çoğu iletişim eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Bu nedenle iletişim, ebeveyn koçluğunun ana çalışma alanıdır. Aile fertlerinin duygu, düşünce ve beden dili iletişimini tam olarak anlamasını ve kullanmasını hedef alır.
Ebeveynlerin koşulsuz sevgi ve öz değerin çocuklarının geleceğinin üzerinde ne kadar önemli bir yeri olduğunu keşfetmelerini ve gerekli uygulamaları doğru yapmalarını sağlar. Ayrıca çocukların okul ve özel hayatlarında karşılaşacakları sorunlarla rahat başa çıkabilmeleri için ihtiyaçları olan altyapıyı oluşturmalarına yardımcı olur.

Ebeveynler, kendi zihin programlarını tanıyarak; kendi düşünce, konuşma ve inançlarının çocuklarının gelecekleri için ne kadar önem taşıdığını farkına varır ve olumlu bir değişim sürecini başlatırlar.
Ebeveyn koçluğu alan aileler daha başarılı, daha sağlıklı öz değeri ve özgüveni yüksek çocuklar yetiştirmekte daha kolay ve hızlı yol alırlar. Eşler birey, ebeveyn ve eş rollerini birbirinden ayrı tutarak yaşamayı keşfedip daha dengeli ve sağlıklı bir yaşam sürerler.


Kimler Ebeveyn Koçluğunu Alabilir:

   Yoğun iş hayatı olup ailesine yeteri kadar vakit ayıramayanlar.
    Aile içi iletişim problemi olanlar.
    Boşanmış ya da boşanmak üzere olan ebeveynler.
    Eşinin çocuğuyla ilgilenenler.
    Bilgisayar bağımlısı çocukları olanlar.
    Çocuklarına daha iyi örnek olmak isteyenler.
    Sınav veya meslek seçiminde çocuklarına doğru bir biçimde yardımcı olmak isteyenler.
    Anne-baba adayları.

ARZU BIYIKLIOĞLU
 NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu (t)


GENÇLER EVLİLİKTEN Mİ KORKUYOR, SORUMLULUKTAN MI?



Yeni nesil evlilik fikrine eskiye kıyasla daha soğuk bakar oldu. Hem kız hem de erkeklerin beklentilerinin değişmesiyle evlilik yaşı da oldukça yukarılara çıktı. Düne kadar eş adayında zenginlik, ev-araba, iş-güç, güzellik-yakışıklılık, mezuniyet vb. arayan ve bunun için de maddiyatçılıkla suçlanan gençler, “eş adayının olmazsa olmazı” listesine şimdi daha fazlasını ekledi. Mesela kızlar; “Beni taşısın”, “Her konuda bilgili olsun”, “Karizmatik olsun ama maço değil, bana sadık olsun ama layt değil”, “Elektrik alabileyim” diye düşünüyor. Erkeklerde de durum farklı değil. Kızlar gibi açık açık söylemeseler bile erkeler de artık “kendilerini taşıyacak” bir eş arıyor; hem tahsil hem de maddiyat anlamında. Ancak bir yandan ev işlerinden anlayan bir yandan da çalışan, her şeye yeten ve yetişen bir eş beklentisi delikanlıların işini zorlaştırıyor. Bir arada bulunması zor olan bu tarz beklentiler gençlerin evlenme sürecini zorlaştırdığı gibi evlilik hayatını da zora sokuyor. Zira eş adayından Guinness Rekorlar Kitabı’na girebilecek fedakârlık ve sorumluluk isteyen gencimiz, sıra kendine geldiğinde aynı performansı sergileyemiyor. Kendisini taşıyacak bir eş arayan kız ve erkekler taşıma sırası kendine geldiğinde su koyuveriyor.


ERKEKLER PRENSES, KIZLAR PRENS BEKLENTİSİNDE

Gençlerin anne babalarının evliliklerini gözlemledikçe onlardan daha farklı bir birliktelik hayal ettiklerini belirten Psikolog Belkıs Ertürk bu durumu şöyle izah ediyor: “İki taraf da yuvayı sahiplenecek, sorumluluğu paylaşacak ve kendisini koruyacak romantik bir ilişki beklentisiyle evliliğe anlam yüklüyor. Fakat bu beklenti sorumluluklar devreye girdiğinde özellikle söz-nişan gibi toplumsal onaylar söz konusu olduğunda erkeklerin karar vermelerini etkilemekte, ekonomik bir yük bineceği endişesiyle kaçınılmaktadır. Genç kızlar ve erkekler evliliği ‘özgürlüğümü yaşayacağım bir hayat dilimi’ olarak tanımlıyorlar. Fakat aileler devreye girdiğinde bu düşüncenin bir hayal olduğunu, gerçeklerin daha farklı olduğunu dile getiriyorlar. Erkekler zihinlerinde bir prenses kızlar ise bir prens beklentisi içerisindeler hala.


“EVLİLİK Mİ! AMAN BENDEN UZAK OLSUN!”
 
 Modernleşmenin insanı mecbur ettiği tek tipleşmenin sonucu olarak genç, yoğun bir okul koşturmacası, üniversite macerası, iş bulma telaşı, erkeklerin askerliği gibi bir kısır döngüye girdi. Bu öyle bir mekanizma ki, sanki çarkın dışına çıkan kişi hayatını hiçbir şekilde idame ettiremeyecek veya toplum tarafından kabul göremeyecekmiş gibi bir sonuç çıktı. Dolayısıyla evlilik de sisteme feda edilen kurbanlar arasında yerini aldı.  
Psikolog Ertürk günümüz gençliğinin evliliğe bakış açısının 15-20 yıl öncesine göre oldukça değiştiğini vurgulayarak konu hakkında şunları söylüyor: “Bu değişikliğin sebepleri arasında yaşam şartlarının farklılaşması, toplumsal dokunun değişmesi, televizyon ve dizilerdeki aile hayatlarının ve aile içi çatışmaların çok aleni hale gelmesini sayabiliriz. Toplumsal dokunun değişimi özellikle büyük şehirlerde yaşayan gençlerin birbirlerine bakış açılarını etkilemekte. Çatışmalara tanık olmaları da korku ve endişelerini tetiklemektedir. Korku ve endişeleri yüzünden karar vermekte zorluk çekiyorlar ve evlilik planlarını erteliyorlar. Yaşam şartlarının farklılaşmasıyla birlikte ortalama evlilik yaşı genç kızlarda 25 genç erkeklerde 30 yaşlarında görülmektedir.”
Ertelenen planlar sonuçta ilerleyen yaşları ve her şeyin daha da zorlaşmasını beraberinde getirmiş oluyor. En basiti, torun sahibi olacak yaşlarda anne ya da baba olunuyor.
-alıntıdır- 

22 Mayıs 2012 Salı

Düşünce Gücüyle Evlilik


Kadınlar düşünceli erkeklerden hoşlanır derler ya, bir düşünün bakalım, bu genel kanı aşağıda yazdıklarımla örtüşüyor mu? İşimden gelip, ev işlerine ne zaman yardımcı olsam, eşim de yanımda bitiyor. Yahu, beni bir yalnız bırak, kendi başıma yapayım. Ama ne mümkün! Mesela mutfağı toparlarken o kadar sessiz olmaya çalışıyorum ki hani duymasın, mutfağa girdiğinde etrafı pırıl pırıl görüp, kendisine bir minik sürpriz olsun diye ama olmuyor. Ben ona yardım etmediğim, başka bir odada olduğum zaman ise mutfak dolapları öyle sert kapanıp açılıyor ki… İçeride televizyona daldığım anda, oturduğum yerden zıplıyorum, o derece yani.

 
Neyse gene dönelim benim iş yaptığım anlara. Ben mutfakta iş yaparken, o anlamasın diye ne kadar sessizsem o da her defasında o kadar sessizce hareket ederek, kapının kenarından gizlice beni izliyor. Mutfağa alarm mı taktı nedir, nasıl duyuyorsa? Sonra da birden çıkıp, “Ce” yapıyor. Ardından bana acıdığından mıdır nedir, “oy benim canım kocam, iş de mi yaparmış, hadi git sen içeride televizyonu izle, gerisini ben hallederim” diyor. Oh, en zor işleri ben yapayım, o sadece en son kalan işi yapsın ve tüm işi o yapmış olsun. Hep aynı numara! Ben de inat ediyorum, yok olmaz, başladığım işi bitireceğim diyorum. O ana kadar kusursuzca yürüttüğüm işleri, o gelince elimin ayağımın dolanması nedeniyle “yardım etmesem daha iyiydi” durumuna getiriyorum. Ya demlikteki çayı çöpe dökmek yerine, tutturamayarak yere döküyorum ya da elimdeki bardağı düşürerek kırıyorum. İnanın o gelmese bunların hiçbiri olmayacak. Ondan sonra da cam kırıklarıyla, çayın yerden temizlenmesiyle uğraşıp söyleniyor. Yardım etmeseydin daha iyiydi, bana daha çok iş çıkardın gibilerinden laflar ediyor.

Ama ben anladım, henüz 1 yıllık evli olmama rağmen anladım. Asıl mesele bizlerin kadınlara yardım etmesi değil, bunu düşündüğümüzü göstermemiz. Düşün ama yapma! Bütün mesele bu! Kadınlar düşünceli erkeklerden hoşlanıyor. İyi de düşünce gücüyle o mutfak temizlenmiyor ki. Sonuçta gene dönüp dolaşıp iş “Bana hiç yardımcı olmuyorsun”a gelecek. Neyse biz gene yardım edelim, cana geleceğine mala gelsin. Yardım ederken, birkaç tabak, bardak kıralım da kalp kırmayalım.

*twitter.com/entelektuelmaco kullanıcısından alıntıdır. 

Burçlara Göre Aldatma Sebepleri

 Koç: Her dediğini yapmanız, size sahip olduğunu, onun avucunda olduğunuzu düşündürmeniz, başkalarıyla ilgilendiğinizi fark ettirmeniz, kıskançlığınız, sahipleniciliğiniz... Bunlar bıkması için yeterli.

Boğa: Zor ayrılır. Seksüel isteksizliğiniz, finansal güvensizlikleriniz, maddi kararlarınızın sık sık yanlış çıkması, birikim sağlamamanız, çok harcamanız, güvenliğe dönük düşünememeniz ve davranamamanız. Doğru ve dürüst olmayan tutumlarınız, ayrılmak istemesi için yeterli, gerekli ve önkoşul.

İkizler: Korumacı, sahiplenici ve kıskanç olmanız yeterli. Bir dakikada unutur.

Yengeç: Kaçarsanız kovalar, kovalarsanız kaçar. Kovalamanız, düş kırıklığına uğratmanız, incitmeniz, düşündüğü gibi biri olmadığınızı belli etmeniz, eleştirel, şefkatsiz, hırçın tavırlarınız onun kızgınlıklarını körükler ve anında soğumuş hisseder.

Aslan: Gururunu zedelemeniz, hatalarından bahsetmeniz, eleştirmeniz, desteklememeniz, alkışlamamanız, takdir etmemeniz çekip gitmesine sebep olur ve bir daha da kolay kolay geri dönmez.

Başak: Dikkatli, özenli, akıllı ve sevecen olmamanız yeterli. Entelektüel birikiminiz ve kültürel yeterliliğiniz de yoksa çok çabuk kaybedersiniz. Geri dönmez. Ancak kalbinizi de kırmaz.

Terazi: Modern, popüler, bakımlı, saygın, olmamanız yeterli. Nezaketini bozmamak için konuşmadan terk edecektir.

Akrep: Kontrolü ya ona bırakmalısınız ya da elinizden bir saniye bile bırakmamalısınız. Kontrolü kaybetme duygusunu yaşaması, ayrılması ve sizi acılar içinde bırakması için yeterli.

Yay: Gezmekten hoşlanmamanız, başka kültürlere ilgi duymamanız ve akıllı biri olmadığınızı fark ettirmeniz yeterli. Buna ego katliamını da eklerseniz her zamanki hızıyla Yay uzaklaşacaktır.

Oğlak: En zor ayrılan burçtur eğer sizi yeterince benimsemişse! Ailesi hakkında olumsuz konuşmalarınız, maddi güvenliğini zora sokmanız, işinde desteklememeniz, finansal konularda savruk ve düşüncesiz davranmanız yeterli. Elbette hepsi bir arada olmak koşuluyla!

Kova: İstemediğinizi belli etmeniz, söylemeniz veya hissettirmeniz yeterli. Bunlar yoksa kısıtlamanız, hesap sormanız, müdahale etmeniz, arkadaşlıklarına karışmanız ağır sözlerle terk edilmenize rahatlıkla sebep olur.

Balık: Aldatmak için sebebe gereksinimi yoktur çünkü sebepleri her an değişebilir. Ayrılmak için de! Duygusal dünyasını azıcık sarsacak herhangi bir somut olay yeterlidir. Gerçek sebep kendi çıkarına daha uygun bir durum yakalamış olmasıdır!

-alıntı- 

Galleria Alışveriş Merkezi Çocuk Tiyatrosu


Galleria Alışveriş Merkezi  Çocuk Tiyatrosu Etkinlikleri kapsamında, 26 Mayıs 2012 Cumartesi  günü saat 16:30′da Galleria Çocuk Sahnesi‘nde Altınok Tiyatrosu tarafından “Cinderella” adlı oyun sahnelenecektir. Ücretsiz olarak sahnelenecek oyuna tüm çocuklar davetli! Etkinlik B Blok Etkinlik Alanı‘nda ( YKM Alt Kat ) gerçekleştirilecektir. Ayrıntılı bilgi için 0 212 559 95 60 no.lu telefonu arayabilirsiniz.

Türk Çocuk Hakları Bildirisi




Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi'nin ışığı altında Türk Çocuk Hakları Bildirisi hazırlandı. Bu bildiri 28 Haziran 1963 günü UNESCO Türkiye Milli Komisyonu 7. Genel Kurulu’nda kabul edildi.

1- İyi bakım, iyi yetiştirilme ve çocuğa uygun bir eğitim, her yerde ilgi, sevgi ve yardım görme her Türk çocuğunun hakkıdır. Resmi, özel her kurum, her yurttaş bu çocuk hakkını tanımak, eldeki olanaklarla onu gerçekleştirmek yükümlülüğündedir. Sıkıntı içinde bulunan çocuğun kurtarılmasına öncelik verilir.

2- 16 yaşından önce hiçbir çocuk resmi öğrenimden alıkonularak özel işlerde çalıştırılamaz. Hiçbir şekilde sömürülemez.

3- Her ana baba çocuğuna bakmak, onu bilgili, becerili ve en iyi şekilde yetiştirmekle yükümlüdür. Orta dereceli öğrenime devam etmeyen, edemeyenlerin gerekli bilgi ve becerileri kazanmaları için devlet kurslar açar. Ana babanın yeterli olmadığı durumlarda bu görev çocuğun birinci derece yakın akrabalarına ve devlete düşer.

4- İlköğrenimden sonra orta dereceli okullara devam etmeyenler, edemeyenler için teknik, tarımsal bilgi ve beceri kazandıran kurslar açılması ve bu kurslardan çocukların yararlanması için Milli Eğitim Bakanlığı, Belediye Başkanlığı ve muhtarlar işbirliği yapmakla yükümlüdür.

5- Sakat ve uyumsuz çocukların iyileştirilmeleri, yaşama zorluğu çeken çocukların kurtarılmaları, durumlarına uygun bir meslek için kendi yaşamlarını kazanacak derecede başarılı ve güçlü yetiştirilmeleri ana baba ile birlikte devletin ve bu amaçla kurulmuş örgütlerin ödevidir.

6- Çocuğun korunması ile ilgili yasalar öncelikle hazırlanıp çıkarılmalı, geciktirilmeden uygulanmalıdır.



21 Mayıs 2012 Pazartesi

Çocukların Hayran Olduğu Selena Gomez

 Selena Marie Gomez:
22 Temmuz 1992 Texas doğumlu. Doğum gününden anlaşıldığı üzere bir Yengeç burcu. Arkadaşlarımın ve benim en sevdiğimiz şarkıcı oyuncular listesinde 1 numara. Türkiye’de herkes onu Disney kanalındaki Waverly Büyücüleri dizisinin yaramaz kızı Alex Russo olarak tanımıştı. Ama ben onu çok daha eskilerden tanıyorum. 2004 yılında annem, Türkiye’ye dönüş yapmadan önce, çocuklara yönelik ne kadar şarkılı, danslı İngilizce CD varsa toplamıştı. En meşhuru da “ Barney“ idi. Mor olması dışında kocaman olması beni çok etkilemişti.


 
Selena Gomez henüz 8-9 yaşlarında Barney’s bölümlerinde çocuk oyuncu olarak rol almış... Aslında sadece Selena değil bugünün ünlü çocuk yıldızlarından Demi Lavato da Barney programına çıktıktan sonra keşfedilmişti. Fotoğrafın sağında ki pembe bluzlu kız Selena, solunda ki gözlüklü de Demi. Ne kadar farklılar değil mi ? 


Aslında ulaşılabilse, Barney ile İngilizce öğrenmek çok kolay olacaktır. Selena Gomez’in oynadığı bütün filmleri izledim. En çok Prenses Koruma Programını sevdim. 



   
Bana göre Selena’yı diğer ünlülerden ayıran bir özelliği var. Belki de bu yüzden dünya genelinde tanınırlığı çok fazla. Bu yüzden  2008 yılında kendisine "UNICEF İyi Niyet Elçiliği" verildi. Bence kesinlikle içi de dışı kadar güzel olan biri. En önemlisi, sanırım annesinin sözünü dinliyor. Çünkü Miley dinlemiyor ve onların “Hayır” dediği her şeyi yapıyor. Şimdi hem babasıyla hem de annsiyle küs.  Detaylar sonraki yazımda olacak. Unutmadan, Selena’nın bütüüün aşklarını biliyorum  ve bence en çok Justin’e aşık. Nasıl da belli ediyor değil mi?

SASHA... 

Okula Gitmek İstemeyen Çocuklar İçin Annelere Öneriler

Çocuklar neden okula gitmek istemez, bunun için neler yapılabilir, ne gibi önlemler alınabilir?
 
Çocuğunuz okula gitmek istemiyor, okulu sevmiyor mu? İşte çocukların okuldan hoşlanmama nedenlerinden bazıları:

*Anlamsız gelmesi
Çocuğunuza eğitim almasının ona ne kazandıracağını iyi anlatamadıysanız, öğrenmesinin yararsız olacağını düşünebilir ve okulu bu yüzden sevmeyebilir. Ailesi olarak ona sadece ‘Okula gidersen iyi bir geleceğe sahip olursun’ demeniz yeterli değildir. Çocuğunuzun eğitimini ciddiye alması için okulu sevmesini sağlayacak bir şey göstermeniz ya da öğretmeniz yeterli olacaktır.


*Sıkılma
Çocukların eğitiminde en büyük sorun sıkılmaktır. Aileler çocuklarının okulda sıkılmasını önlemek için çocuklara evde ders çalışmayı, kitap okumayı sevdirmeleri ve teşvik etmeleri gerekir.

*Aşırı yorulma
Çocuklar geceleri iyi bir uykuya ihtiyaç duyarlar. Çocuğunuzun okul günlerinde iyi uyumasına dikkat edin.

*Yanlış okul olabilir
Çocuklar için doğru okulu bulmak önemlidir. Çocuğunuz okulundan memnun değilse başka bir okulda okuması daha iyi olabilir. Öncesinde ailenin öğretmeni tanıması, sonra çocukla beraber gidip tanıştırması okulu sevmesi için olumlu bir adım olabilir.

*Okul hiç bitmeyecek gibi hissetmesi
Çocukların günümüzde çok fazla ev ödevi var. Okula ilgisinin devam etmesi için ev ödevinin çok fazla olmamasına dikkat edin. Bu onların öğrenmeyi sevmemesine neden olabilir.

*Tek başına hissetmeleri
Kendilerini yalnız hissetmeleri de okuldan sıkılmalarına neden olabilir. Çocuğunuzla okulda ne yaptığını sık sık konuşun, her zaman onunla ilgilendiğinizi, yanında olduğunuzu bilmesi okulu sevmelerini sağlayacaktır.

*rehberim.net sayfasından alıntıdır. (t)

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Özgürlük ne demek?

Bugün 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı. Herkesin günü kutlu olsun. Bugün de biz gençleri düşündük. Gençler ne istiyor, kimler, nasıllar? Biraz araştırma yaparken Mehmet Tez'in Milliyet Caddede yayınlanmış yazısına rastladık ve sizinle paylaşmak istedik. İyi okumalar.

Ben değil, bu soruyu gençliğe yönelik bir marka yaratmak amacıyla çalışan önemli bir GSM firması sordu gençlere. Bakın yanıtlar şöyle;
Gençlerin olmazsa olmazları arasında müzik de var. Konsere gitmek ise ‘heyecanlandıran şeyler’ arasında sayılmış.


Televizyonu açın, bir süre haberleri izleyin, herkes gençler için en iyisini biliyor. En çok da yaşlılar. Sınavından, okulundan evlenme yaşına, kiminle evleneceğinden ne zaman çocuk yapması gerektiğine, ne dinleyeceğinden ne izleyeceğine, gireceği işten sofrada duracağı yere kadar gençlerin yapacakları belli. “Gençlerimiz, gençlerimiz” diye konuşan birtakım adamlar ve kadınlarla dolu her yer…

Peki gençler konuşuyor mu televizyonda? Nadiren. Onlardan genellikle üniversitelerine gelen konuşmacıları ne derlerse desinler alkışlamaları, otobüslere doluşup Okan Bayülgen ya da Beyaz’ın şovuna katılarak yeni albümünü tanıtan şarkıcılara el çırparak eşlik etmeleri, esprilere gülmeleri ve doğru yerde (davul atak yapınca) alkışlamaları bekleniyor. Seçim zamanlarında ‘politik’ olup meydanlarda kalabalık yaratır, oylarını da atarlarsa şahane işte. Daha ne olsun…

Hepsi üniversiteli olan bu gençler bana liseli gibi geliyor. Zaten sanırım ülkemizi yönetenler de ‘ileri liseli’ bir gençlik istiyor. Şimdilik 4+4+4… İleride hepsi birleşip 4+4+4+4+4. Sırayla…

Vodafone’un geçen yıl bu zamanlarda lanse ettiği gençlik markası Vodafone Freezone’un hedefi 26 yaşın altındaki bireyler. Yani gençler. Yıl boyu konserler düzenlendi, muhtelif etkinlikler yapıldı ve elbette gençler hep işin içinde oldu. Bu yüzden ellerindeki bilgiler ilgimi çekiyor.

Şimdi gençler ve özgürlük ilişkisini inceleyen bir araştırmadan ortaya karışık bilgiler veriyorum. Sırasız yani…
Gençleri heyecanlandıran şeyler neler? Özgürlük, tatil, dünya turu, karşı cins/aşk, futbol, konserler, yeni başlangıçlar…

Bir gencin olmazsa olmazları neler? Cep telefonu, bilgisayar/internet, alkol, futbol, kahve, müzik, sevgili, arkadaşlar, sohbet…

Peki gençleri heyecanlandıran şeyler arasında yer alan özgürlük veya özgür olmak ne demek? Gençler özgürlük deyince ne anlıyor? Sırayla…

İfade özgürlüğü; Gençler kendilerini ifade edebiliyor mu? Değişir. Yaşlıların canını sıkmadıkları sürece. Sıktıklarında başlarına fena şeyler geliyor.
Hiç kimse karşımadan bir şey yapmak; Buna izin veriliyor mu? Karışmayan var mı?
Kendi kararlarını almak; Kaç genç üniversitede kendi istediği bölümü seçebiliyor? Tercihlerini kendi arzularına göre yapabilenlerin kaçı istediği girebiliyor sınav sistemi yüzünden?
Bağımlı olmamak; Gençler pek çok sebepten ailelerine ekonomik açıdan bağımlı. O yüzden denileni yapmak durumundalar.
Birlikte hareket ederek bir şeyleri değiştirmek; Bunu yapanların sonu pek iyi olmuyor. Bunu hepimiz biliyoruz.

“Ne zaman özgürsünüz?” sorusuna yanıtlar popülerlik sırasına göre şöyle:

Seyahat ederken, ailemden uzaktayken, okulu kırdığımda, gelişigüzel takıldığımda, başka bir şehir ya da ülkede, evde yalnız başına oturduğumda (en hoşuma giden bu oldu), sınavlar bittiğinde, arkadaşlarımla tatile çıktığımda…
Evde yalnız başına oturduğunda özgür hissetmek demek, kafa dinliyorum demek. O noktada yani gençler. Peki onların hayatını derinden etkileyen kararları alanlar bu araştırmaları yaptırmıyor mu? Elbette yaptırıyorlar.
Ama konu gençler ya da onların istekleri değil ki, gençlerle ne yapılacağı… 
İtiraf ediyorum: Genç olmak istemezdim.

*Mehmet Tez’in Milliyet Cadde yazısından alıntıdır (t)

18 Mayıs 2012 Cuma

Baba Olmak Demek

Baba olmak demek, o bundan keyif alıp gülerken, ayağının altını öpmek için can atacağınız bir canlıya sahip olmak demek...

Bechos...

17 Mayıs 2012 Perşembe

Çocukların çizdiği resimlerin anlamları


Ali Çankırılı’ya göre çizilen insan figürlerinin anlamları

Kafa: Resimde kafanın normalden büyük çizilmesi duygusal ve sosyal iletişimde yetersizlik belirtisi olmakla beraber kendini zekâca yaşıtlarından geri gören ve anne-baba tarafından okul başarısı düşük bulunan çocuklarda görülebilir. Normalden küçük çizilen kafa arkadaş edinmede ve insanlarla ilişki kurmada zorluk çeken, içe kapanmaya eğimli çocuklarda görülür.

Saçlar: Çocuğun resminde bastırarak boyadığı saçlar çocuğun fiziksel olarak daha güçlü olma arzusunu göstermektedir. Ebeveynin saçının bastırılarak boyanması otorite kurma, aile içinde söz sahibi olma isteği konusunda ipuçları verir.

Ağız: Kalın çizgilerle belirtilmiş, dişlerin göründüğü açık bir ağızsa insanlarla konuşma isteğini; kapalı, dar, çizgi şeklindeki ağız ise insanlarla ilişki kurmaktan çekindiğini gösterir. Kızgınlığını kötü ve küfürlü sözlerle ifade etmekte olan çocukların ağzı fazla açık çizdiği görülür.

Gözler: Göz yuvarlağının içine gözbebeği çizen bir çocuk, özünün, kişiliğinin farkına varmış demektir. Çünkü gözbebeği olmadan, göz yuvarlığı boş ve anlamsız bir şeydir. Okula başlama yaşına gelmiş bir çocuk insan resmi çizerken göz yuvarlağının içine gözbebeği koymazsa, bu çocuğun kişiliğinin farkında olmadığı, zihinsel ve duygusal yönden geri kaldığı, iç dünyasının boş olduğu söylenebilir.

Burun: Burnu, olduğundan büyük çizen çocuklarda ben algısı gerçek benin üzerindedir. Burnu çok küçük çizenlerde benlik algısı gerçek benin altındadır ve bu çocuklar özgüvenleri zayıf çocuklardır.

Kollar: İki yana açılan kollar insanlarla yakın ilişki kuran, sevecen çocukların çizimlerinde görülür. Bazen insanlarla yakın ilişki kurma isteğinin bir göstergesidir. Gövdeye bitişik çizilen kollar insanlarla ilişki kurmada zorluk çeken çocukların çizimlerinde görülür. Kolların hiç çizilmemesi çevreyle kopuk ilişkilerin varlığına işarettir. Kolsuz olarak çizilen ebeveynin çocuk tarafından ‘yeterince ilgi göstermediği’ şeklinde algılanabilir.

Eller: Ellerin olduğundan büyük çizilmesi dış dünyadan saldırganlık gördüğü ve dış dünyaya saldırgan davrandığı anlamına gelir. Ellerin çizilmemesi, olduğundan küçük çizilmesi, arkaya gizlenmesi veya cebe konması özgüven eksikliğini, utangaçlığı, insanlarla iletişim kurmada yetersizliği gösterir. Yumruk şeklindeki eller saldırganlığın bir işaretidir.

Bacaklar: Bacakların çizilmemesi kişinin var olmak için başkalarının desteğine ihtiyacı olduğuna işaret eder. Bacakların sağlam ve dengeli çizilmesi özgünlüğü gösterir. (t)

ZAMAN

16 Mayıs 2012 Çarşamba

İkinci Evliliklerde Nelere Dikkat Edilmeli?

Eşlerin ikinci evliliklerinde dikkat etmeleri gereken önemli noktalar vardır. Geçmişin üzerine kesinlikle bir çizgi çekilmeli, geçmişte yaşanan olumsuzluklardan ders çıkarılmalı ama asla geçmiş hatırlanmamalı, hele hele karşılaştırma yapmak gibi bir yanlışa kesinlikle düşülmemelidir. Geçmişten çıkarılan dersler bir bir uygulamaya konulmalıdır. Eğer çiftlerden birinin başından bir evlilik geçmiş, diğeri hiç evlenmemişse; ilk evliliğini yapan kişi, evlendiği kişinin eski hayatının onun üzerindeki olumsuz etkilerini bilmeli ve davranışlarını buna göre şekillendirmelidir. 

Biten evliliklerden sonraki ilk üç yıl içinde yetişkinlerin çoğu yeni hayatlarına alışır ve duygusal dengeleri düzelir. Boşanmış kadınların üçte ikisi, erkeklerin de dörtte üçü tekrar evlenmektedir. Görüldüğü gibi boşanma yetişkinlerin evlilik kurumuna verdiği değeri değiştirmemekte, ikinci evliliklerin başarısı da çoğu zaman üvey anne, üvey baba ve çocuk ilişkisinin başarısına bağlı olmaktadır. (t)

-alıntı-

15 Mayıs 2012 Salı

İştahsız Çocuğa Zorla Yemek Yedirmeyin/Annelere Öneriler:

Memorial Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Hülya Caner, “Çocuklarda iştahsızlık” hakkında bilgi verdi ve anne babalara önerilerde bulundu.

Ek gıdaların başlanmasından okul çağına kadar, çocuklarının iştahsızlığından şikayet etmeyen anne baba hemen hemen yok gibidir. Özellikle anneler kendilerinin uygun gördüğü miktarda yiyecek tüketmeyen çocukları için çok kolay “iştahsız” kararını verebiliyorlar. İlk bir yıl sürekli çocuğunun kilosunda artış izlemeye alışan anne ve baba, aşağı yukarı 15. ayda başlayan iştahsızlığı ile birlikte kilo alımında ilk yıla göre artış göremeyince buna anlam veremiyor.

İştahsızlığın En Belirgin Olduğu Dönem: 15. ve 20. Aylar
Çocukların büyüme ve gelişmeleri dönemsel farklılıklar gösterir. Hayatın ilk bir yılı büyümenin en hızlı olduğu dönemdir ve tabi ki kalori ihtiyacı da fazladır. Bir yaşından sonra bu hızlı büyüme artık yavaşlar, buna paralel olarak kalori gereksinimi de azalır. Dolayısıyla eskiye oranla belirgin iştahsızlık gözlenir. Özellikle 15-20. aylar iştahsızlığın en belirgin olduğu dönemdir.

Çocuğunuzun İştahını Başka Çocuklarla Kıyaslamayın
Büyümek, beslenmenin dışında yaş, cinsiyet, metabolizma hızı, aktivite durumu, genetik, psikolojik ve çevresel faktörlerden etkilenmekte ve her çocukta farklı olabilmektedir. En sık karşılaşılan durum, anne ve babalar çocukları ne kadar yerse yesin aldıkları gıdaları yetersiz bulmakta ve çocuklarının yediklerini başka çocukların aldıkları gıdalarla kıyaslamalarıdır. Bilinmelidir ki, çocukların aldığı gıdanın miktarı kadar içeriği de önemlidir. Yüksek kalorili bisküvi, çikolata gibi besinler, düzensiz atıştırmalar, fast food türü beslenme tarzı, öğünlerdeki yemek miktarını etkiler ve yeterli kalori aldığı halde iştahsız görüntüye neden olabilir. Yaşına uygun büyüme gösteren çocuk size iştahsız gibi gelse de, ihtiyacı olan gıdaları alıyor demektir.
Ancak iştahsızlıkla beraber, kilo alımında duraklama yetersiz gelişme gösteren çocukta sebebin ortaya çıkarılması için doktor kontrolünden geçirilerek gerekli tetkiklerin yapılması gerekmektedir.
Muayene ile çocuğun büyüme ve gelişme ölçülerinin yaşına uygun olup olmadığı değerlendirilmelidir. Kan sayımı, idrar tetkiki, böbrek ve karaciğer fonksiyon testleri, batın ultrasonu gibi basit tetkiklerle organik bir neden bulunmazsa, boy uzaması ve kilo alışı yeterli ise endişe edilmemelidir.
Her çocuk her şeyi yemeyebilir. Çocukların da sofrada hazırlanan yemekler arasından seçme özgürlükleri olmalıdır. Süt içmiyor ama yoğurt, peynir tüketiyorsa sorun yoktur ya da meyveleri seviyor, sebze sevmiyorsa bu da kabul edilebilir. Hatta öğün atlaması bile normal kabul edilmelidir. Anne ve babaya iştahsız gibi gelen çocuklar aslında yanlış beslenme alışkanlığı olan çocuklardır.

Çocuğun Psikolojik Durumu Önemli
Çocukların iç dünyalarında yaşadıkları duygularda iştahlarını etkileyen önemli faktörlerden biridir. Bilinç altına yerleşmiş herhangi bir endişe, üzüntü, nefret veya kıskançlığın baskısı onun iştahını kesebilir. Bu nedenle iştahsız çocukta organik nedenler araştırılırken mutlaka çocuğun ruhsal durumu da değerlendirilmelidir.

Çocuklarda iştahsızlığı gidermenin yolları;
*Öncelikle çocuk sofraya aile ile birlikte oturmalıdır.
*Çocuğunuz yemek yerken yedirdiğiniz her şeyin yararını bir bir anlatın.
*Aile çocuğun yemek alışkanlıklarının geliştirilmesinde en etkili ortamdır. Çocuklarda ilk öğrenme yakın çevresindeki bireyleri taklit etme biçimindedir. Anne, baba ve kardeşler onlar için en iyi modellerdir. Yemek yeme alışkanlıkları aile sofrasında edinilir. Anne ve babanın sevdiği yiyeceklere karşı istek oluşurken; onların sevmediği yiyeceklere tepki gelişebilir. Besinler mevsimine göre, çeşitlerine özen gösterilerek hazırlanmalı ve çocuğa her besinin yararları anlatılarak onunla birlikte tüketilmelidir.
*Yemek yedirmek için sürekli çocuğun peşinde koşulmamalıdır.
*Düzenli saatlerde öğüne alışması sağlanmalıdır. Öğün aralarında ve yemek öncesinde düzensiz olarak gıdaların alınması, “ne yerse kar” düşüncesi ile çocuğun arkasında gezerek kaşık kaşık bir şeyler yedirme ve midede sürekli besin bulunması acıkma duygusunun gelişmesini engeller. Sofrada yemediğinde ikinci öğüne kadar aç kalacağını bilen çocukta beslenme düzeni daha çabuk yerleşecektir.

Annelere Öneriler:
• Yemeğin sofrada yenmesini alışkanlık haline getirin.
• Besin değeri yüksek, çocuğun severek yediği gıdalar tercih edilmeli, kesinlikle miktar yönünde zorlama yapılmamalıdır.
• “Kardeşin bitirdi, sen hala yemedin” gibi kıyaslamalar yapılmamalıdır.
• Yemesi karşılığında takdir edilmeli, fakat ödüle alıştırılmamalıdır.
• Fazla miktarda inek sütü veya meyve suyu alan çocuklar tok olduklarından diğer gıdalara
direnç gösterirler. Ayrıca aşırı süt tüketiminin sonunda oluşabilen anemi de yine iştahsızlık nedeni olabilir.
• Tabağına yiyebileceği kadar yemek koyulmalı, hatta azar azar yemek koyarak tabaktaki yemeğini bitirdikçe takdir edilmelidir.
• Çocuğun bireysel gelişimi desteklenmeli, sofrada özgür bırakarak kendi kaşığı ile beslenmesine fırsat verilmelidir.
• Açık havada gezinti yapılmalı ve yemeklerini buralarda yemeleri sağlanmalıdır.

ASLA “İŞTAH ŞURUBU” ADI ALTINDA SATILAN İLAÇLARDAN KULLANMAYIN
  İŞTAH AÇAN FAKAT HİÇBİR YAN ETKİSİ OLMAYAN İLAÇ HENÜZ KEŞFEDİLMEDİ.

Çocuklarda görülen iştahsızlık sorununa karşı verilen iştah açıcı ilaçların da yan etkilerinin göz ardı edilmemesi gerekiyor.
İştah açmak için verilen tüm antihistamini grubu ilaçların iştah açması, bu grup ilaçların yan etkisi olarak ortaya çıkabiliyor.
Tabii ki bu ilaçların yan etkileri sadece iştah açmakla sınırlı değil; ilacı alanların bir kısmında uyku, uyuşukluk, bazılarında tam tersi huzursuzluk, aşırı sinirlilik, alerjik reaksiyonlar, anemi, karaciğer fonksiyonlarında bozulma, kusma, ishal, kabızlık, sık ve ağrılı idrar yapma gibi yan etkiler ortaya çıkıyor.
Bu ilaçların iştah açıcı etkileri yan etki olarak ortaya çıktığından ilaçları kullananların hepsinde görülmüyor. Görülse de sadece kullanıldığı sürece etkili olduğundan ilacın kesilmesi ile bu etki ortadan kalkacağından -zaten ilacın 15 günden fazla kullanılması hiç önerilmediğinden -bu gibi yollara başvurmanın ne kadar anlamsız olduğunu anlamak çok zor değil gibi görünüyor.

alıntıdır (t)