10 Ekim 2012 Çarşamba

Bayan Hovanisyan'dan İyi Bir Uykunun Sırrı ...

Alis Hovanisyan her çarşamba sabahı olduğu gibi posta kutusunda kendini bekleyen zarfı alıp koşar adım üçüncü kata tırmandı. Kapısının önüne geldiğinde zarfı açmıştı, fakat içinde yazanı ancak kapıyı kapadıktan sonra okudu: "Hansard'dan İyi Bir Uykunun Sırrı." Alis Hanım her çarşamba günü bu mektupların kendine nereden geldiğini bilmiyordu.

Bundan bir yıl önce, 17 Eylül 1989'da ilk zarf geldiğinde üzerinde ne bir isim, ne bir adres ne de bir damga olduğundan postaneye boşu boşuna gitmişti. Apartmanın hemen altındaki balıkçıya, veterinere ve terziye apartmana giren birini görüp görmediklerini sorduğunda hiçbirinden yanıt alamamıştı. En çok da her gün çöpleri alan Işıl Hanım'dan şüphelenmiş, çeşitli kollardan sıkıştırmış, fakat bir şey bildiğine dair herhangi bir ipucu yakalayamamıştı. Bu mektupları gönderen her kimse muhakkak onun edebiyata olan düşkünlüğünü, fakat aynı zamanda iyi bir iz sürücü olduğunu da biliyordu. Gönderilen notların kitaplarla bir ilgisi olduğunu ancak birkaç tanesi biriktikten sonra anlamıştı. Okumakta olduğu bir kitabın içindeki cümlenin kendisine gönderilen notlardan biri olduğunu fark ettiğinde ister istemez araştırmaya başlamış ve kendini bu oyunun – ki ona göre bu bir işti – içinde bulmuştu. O zamandan beri her çarşamba gönderilen zarfları, kimden geldiğini umursamadan, heyecanla bekler olmuştu.

Alis Hovanisyan, otuz beş yıllık hayatında bir gün bile çalışmamıştı. Genç yaşından beri yalnız oturduğu bu evde sabahtan akşama kadar kitap okumaktan başka bir şey hemen hemen yapmazdı. Yemek yaptığı bile yoktu. Hem vakit kaybı olduğundan hem de yapılan yemeğin kokusu okurken dikkatini dağıttığından. Üst ve alt komşuların o kitap okurken pişirdiklerinin kokuları ya da temizlik esnasında çıkardıkları gürültüler onu çileden çıkarırdı, lakin onun nezdinde gidip bu hususta konuşmak bile vakit kaybıydı. Daha okunacak çok kitap vardı. Kurtuluş Caddesi üzerinde oturduğu için pencereleri ya da balkon kapısını her zaman mıh gibi kapalı tutardı, gürültü gelmesin diye. Öteberi, kitap almanın dışında bir tek gönderilen notların esrarını çözmek için dışarı çıkıyordu.

O gün de her zamanki gibi siyah pardösüsünü giydi, aynı renkte şapkasını taktı ve elinde yağmur ihtimaline karşı taşıdığı şemsiyesi, dışarı çıktı. "Hansard'dan İyi Bir Uykunun Sırrı" diye tekrar düşündü kendi kendine, notu okuduğu andan itibaren yaptığı gibi. Hansard tanımadığı bir yazar mıydı? Daha önce hiç duymadığı? Beyoğlu'ndaki sahaflara yollandı. Hepsi bir zamandır raflarına dadanmış olan bu genç, güzel kadının kendilerine selam vermemesine, fazla konuşmamasına, sadece sormak istediğini sorup, zaman zaman da bir kitabın parasını verip gitmesine alışmışlardı. Alis Hovanisyan araştırmasına en güvendiğinden başladı. Hayır, Hansard diye bir yazar hiç duymamıştı. Birkaç gün sorup soruşturup isterse ona haber verebilirdi. Telefon numarası bırakabilir miydi? "Hayır" dedi Alis, "Teşekkürler, acelem var." Bir diğerine gitti. "Uyku ya da uykusuzlukla ilgili kitabınız var mı?" "Olmaz mı?" dedi sahaf, tozlu masanın üzerine altı tane koydu. Şöyle bir karıştırdı Alis Hovanisyan, içinden iki tanesini seçip aldı. Tam kapıdan çıkarken cevabı tahmin ettiği halde sordu, "Hansard diye bir yazar tanıyor musunuz?" "Hayır" dedi adam. O uzaklaşırken adam hala arkasından konuşmaya devam ediyordu.

Alis Hovanisyan o gün eve geldiği andan itibaren, neredeyse hiç uyumadan, yolunun üzerindeki şarküteriye hazırlattığı sandviçler ile karnını doyurarak ve sadece arada bir boğazını yumuşatan kuşburnu çayını içerek iki gün boyunca sahaftan aldığı kitapları okudu. Tam umutsuzluğa kapılmışken, yanlış yerde iz sürdüğünü düşünmeye başlamışken ve uykusuzluktan gözleri kapanmak üzereyken okuduğu bir başlık onu kendine getirdi. Pickwick Sendromu. Bilhassa aşırı kiloluların olur olmadık her yerde, araba kullanırken bile uykuya dalabildiklerini anlatan bu sendromu okurken Alis Hovanisyan'ın zihninde birden şimşekler çaktı. “Mister Pickwick'in Serüvenleri”. Charles Dickens'ın bu ilk romanını okumuştu. Karakterlerden sürekli uyuyan şişman çocuğu hatırlıyordu. Adı neydi? Hızla yerinden kalkarken neredeyse sehpanın üzerindeki çayını deviriyordu. Etrafa dökülen birkaç damlayı umursamadan yerinden kalkıp raflarına gitti. Tüm yazarlar soyadlarına göre sıralıydı ve elbette Dickens da oradaydı. Pickwick, Pickwick, Pickwick... Kitabı açıp karıştırmaya başladı. Şişman çocuk Joe'yu hemen bulamadı. Kitabı neredeyse en baştan okuması gerekecekti, fakat sonunda aradığının ne olduğunu az çok biliyordu: Charles Dickens. Gönderilen not muhakkak onunla ilgiliydi. Yazarın böyle bir kitabı yoktu, ondan emindi. Hansard diye bir yazar da olmadığına göre... Şakaklarını ellerinin arasına alıp düşündü "Ne? Ne?"

Sabaha kadar uyuyamadı, yatakta dönüp durmak yerine “Mister Pickwick'in Serüvenleri”ni okumaya devam etti. Sabah olduğunda bir hayli ilerlemişti. Birkaç lokma bir şey yiyip, bir çay daha içtikten sonra tekrar pardösüsünü giyerek, şapkasını takarak ve şemsiyesini de ihmal etmeyerek dışarı çıktı. Harbiye'deki acentalardan birinden ertesi günkü ilk Londra uçağına yer ayırttı. Aradığını İstanbul'da bulamayacağını biliyordu.

Uçakta uyumayı hayal etmiş olmasına rağmen sadece yarım saat dalabilmişti. Geri kalan zamanda bu 850 sayfalık kitabı bitirmeyi aklına koymuştu. Pickwick'te uyku problemi olan sadece Şişman Joe değildi. Mister Pickwick de çok içtiği zamanlarda doğru düzgün uyuyamıyordu. Artık gönderilen ipucunun Dickens ile bir alakası olduğuna tamamı ile emindi. Acaba yazarın uyku problemi mi vardı? Gitmesi gereken yerin Dickens Müzesi olduğunu biliyordu. Havaalanından yine acenta aracılığıyla yer ayırttığı otele gitti. Eşyalarını yerleştirip bir duş alır almaz dışarı çıktı. "Kaybedilecek vakit yok" diyordu, "Bir dahaki çarşambaya kadar bu giz muhakkak çözülmeli." Otelin hemen yakınındaki bir kafede kahve içerek uykusuzluğunu bastırmaya çalıştı. Heyecanlıydı, ama yorgundu. Gözkapaklarında bir ağırlık hissediyordu. Belki "Hansard'dan İyi Bir Uykunun Sırrı" onun da bu yeni edinilmiş derdine deva olacaktı. Bir taksiye atladı ve "Charles Dickens Müzesi'ne" dedi. Daha önce de birkaç kez geldiği bu şehirde taksi şoförlerinin her yeri bildiğini öğrenmişti. Şoför dikiz aynasından Alis Hovanisyan'a baktı. "Ma'am" dedi, "Bugün Dickens Müzesi kapalıdır." Alis'in yüzündeki hayal kırıklığını fark etmemesine imkan yoktu. Genç kadın şimdi ne yapacağını bilmeden arabanın içinde oturuyordu. Araba ise mecburen hareket etmişti ve yönünü bilmeden gidiyordu. Şoför sordu, "Neden bu kadar üzüldünüz, yarın gidersiniz." "Vaktim yok" diye cevap verdi Alis. "Biliyor musunuz" dedi şoför, "Ben de Bay Dickens'i çok severim. Bizimkiler gibi zor yaşamları anlatmıştır. Fakirliği de en güzel o anlatır. Aslında onun hakkında o kadar çok şey biliyorum ki kitap bile yazabilirim." Alis Hovanisyan ilk kez hafif gülümsedi. Yorgun bir halde "Uyku ile ne alıp veremediğini de biliyor musunuz?" diye sordu. Sorusuna cevap beklemiyordu, fakat yanılmıştı. "Bunu sormanız çok tuhaf" dedi şoför, "Geçen gün başka bir müşterim anlattı, Bay Dickens'ın fena uykusuzluk problemi varmış. Yatağının başucu sadece kuzeye bakarsa uyuyabilirmiş. Bir de yatağının tam ortasına yatarmış. Ancak iki kolunu açıp, yanlara eşit uzaklıkta olduğundan emin olduğunda gözlerini kaparmış." Alis olduğu yerde doğrulmuş, yorgunluğunu bir kez daha unutmuştu. "Beni" dedi, "Londra Kütüphanesi'ne götürür müsünüz?" "Elbette" dedi şoför ve yolculuğun geri kalanında konuşmadılar.

Alis Hovanisyan taksiden inerken teşekkür etti ve verdiği paranın üzerini almadı. Kütüphanenin girişindeki beş basamağı koşarak çıktı. Görevliye nefes nefese "Charles Dickens'ın uykusuzluğu hakkında bir şey?" dedi. Görevli eliyle sakinleşmesini işaret etti. "Hanımefendi ne istiyorsanız lütfen tane tane söyleyin." "Charles Dickens'ın uyku problemi varmış, bununla ilgili bir kaynak var mı?" Görevli bir müddet düşündükten sonra bir karta bir şeyler karaladı ve Alis Hovanisyan'a kenarda oturmasını söyledi. Biraz sonra elinde yedi kitapla gelip bunları genç kadının oturduğu masaya bıraktı. “Aradığınızı belki burada bulabilirsiniz”. "Şuraya geçebilir miyim?" diye uzak bir masayı işaret etti Alis. Görevli başıyla onayladı. Saatler sonra hala orada olan Alis Hovanisyan üçüncü kitabın sayfalarını çevirirken Charles Dickens'ın evindeki kütüphaneden bahseden bir bölüme rastladı. Neler okumuştu Dickens, Alis merakına yenilip uykusuzluğuna ve aradığıyla alakası olmamasına rağmen okumaya başladı. Ve cevap burada karşısına çıktı. Charles Dickens 1851 yılında Londra'da Tavistock House denilen bir eve taşınmıştı. “Kasvetli Ev” ve “İki Şehrin Hikayesi” kitaplarını yazdığı evdi bu. Çalışma odasındaki kütüphanesinde bir kısmı doldurması için Thomas Robert Eeles adındaki bir ciltçiden kendisi için sahte kitaplar yapmasını istemişti. Bir mektupla kendi uydurduğu kitap isimlerinden oluşan uzun bir liste göndermişti. Hiçbir zaman yazılmamış ve yazılmayacak kitaplardı bunlar. Yaklaşık yüz kitaptan oluşan bu listedeki kitaplardan biri de "Hansard'dan İyi Bir Uykunun Sırrı"ydı. Alis Hovanisyan inanamayarak aynı sayfayı tekrar okudu, kitabı kapattı, başını masanın üzerine koydu ve görevli onu uyandırıncaya kadar derin bir uykuya daldı.

Aslı Perker Hikayesidir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder