16 Eylül 2012 Pazar

ANI YAŞARKEN ZAMAN DA KAYBOLMAYIN



"ANDA KALIN, ANIN TADINA VARIN"

Evet güzel bir şeydir bulunduğun anın farkındalığı ile tat alarak yaşamak; o anın güzelliklerini görmek, duygusunu hissetmek.
Ancak anda kalırken farkındalığınızı yitiriyorsanız ZAMAN ÇİZGİSİNİN İÇİNDEKAYBOLUYORSUNUS demektir.


Dış etkenlere göre nehirde sürüklenen bir yaprak gibi ; anın hazzına fazla kapılır önünü göremez ve seçim yapamaz olur kişi.
O yüzden, anı yaşarken bir andan diğer ana geçmesini ve seçmesini bilmek gerekir. Etrafında, içinde olup bitenin farkında olmak gerekir.
Zaman çizgisinin içinde olmak, tüm hayatınızı o an karşınıza çıkan ne varsa onun içine girerek diğer dünyayı umursamadan, fark etmeden yaşamanız demektir.


Kolay kolay program yapamazsınız, yapsanız da uyamazsınız, hep bir şeyleri kaçırırsınız, çoğu zamanda olmadık işler için fazla zaman harcarsınız. Ara sıra zaman çizgisinin dışına çıkıp etrafınızda olup bitenleri ve kendi durumunuzu gözlemleyebilmelisiniz.

Gireceğiniz anları seçebilirsiniz. Karşınıza çıkan işlere, olaylara, kişilere dalıp giderseniz kendi kontrolünüzü kaybedersiniz. Ara sıra kendinizi bir adım geriye alıp nerede durduğunuza ve nereye gitmek istediğinize bakabilirsiniz. Sonra da hangi ana girmek istiyorsunuz buna karar verebilirsiniz.
Tabii ki girdiğiniz andan çıkıp başka bir ana girmek de sizin kontrolünüzde olmalı.

-Düşünsenize işe gidiyorsunuz ve o gün bir kaç arkadaşınız arka arkaya sizi ziyarete geliyor. Siz de onları görme sevinciyle gün boyu onların anında kalıp günü bitiriveriyorsunuz.
Sonuç: daha önemli olan işleriniz aksadı.

-Ya da bu akşam dinlenmek üzere eve giderken bir telefon geliyor ” arkadaşlarla toplanıyoruz hemen gel” diyor. Hoooop o anın içine atlayıveriyorsunuz.
Sonuç: Dinlenemiyorsunuz.
Ne oldu? Ama eğlendim! Ama ihtiyacın olan eğlenmek değil dinlenmekti, peki ona ne oldu?

Asıl ihtiyacın giderilmemiş bir şekilde hala orada bekliyor.
Buna benzer pek çok ihtiyaç, istek, plan tamamlanmamış bir şekilde hayatınızda yarım kalarak bekliyor.

Bir andan diğer ana geçmeniz için hep başkaları, olaylar veya durumlar sizi yönlendiriyorsa büyük bir sorununuz var demektir.
Hiç bir zaman kendi hayatınızı yaşayamazsınız. Aslında bir şeyleri yakaladığınızı, zevk aldığınızı sanırken kendi hayatınızı ıskalarsınız.
Hayatta ne kadar çok seçeneğinizin olduğunu göremezsiniz. Kendi
vizyonunuz olamaz, olsa da hayata geçiremezsiniz.
Evet anda kalmak güzeldir ama anlarınızı kendiniz seçin, değerli anları seçtikçe değeriniz artacaktır.

Bugün kendinize bir iyilik yapın ve değerli bir anın tadını çıkarın :) Sadece istediğiniz, ihtiyacınız olan bir anı seçin ve yaşayın. Tabii ne zaman o andan çıkacağınızı ve hangi ana girmek istediğinizi de siz seçin.

Farkındalıklı AN’lar diliyoruz :)
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu Arzu Bıyıklıoğlu yazısıdır.

1 Eylül 2012 Cumartesi

"Sufle": Kesişen Yaşamların Romanı


"Dünyanın merkezi bilim adamlarının dediği gibi dev bir demir küre değil, her evin mutfağı."

"Lilia, suflesinin ortası her çöktüğünde kendi yaşamını görüyordu sanki. Kendi yaşamında da ne kadar çabalarsa bir anda ruhunun ortası çöküveriyor, hayat etrafına yıkılıveriyordu. İniş çıkışları efsane sufleden farklı değildi. Ne zaman fazladan sevinecek olsa bir anda bir mutsuzluk gelip kapısını çalıveriyordu."

Bu satırlar Türk edebiyatının genç yazarlarından Aslı E. Perker’in son kitabı Sufle’ye ait. Kitap bugüne kadar 9 dile çevrildi, birçok ülkede satışa sunuldu.

"Kitap en iyi dostumuzdur” deriz hep. Aslı Perker bunu bize bir kere daha kanıtlıyor. Her satırında biraz kendinizi, dostlarınızı belki de birebir kendi yaşamınızı bulacağınız bir romandan daha yakın kim olabilir size?

Kitabın kahramanları Lillia, Ferda ve Marc. Üçü de farklı şehirlerde hatta farklı zaman dilimlerinde yaşıyorlar ama paylaşma tutkuları onları farklı zaman dilimlerinde buluşturuyor. Yaptıkları suflelerin yirmi dört buçuğuncu dakikalarında. Bu süre suflenin orta noktasının çöküp çökmediklerini anladıkları süre oluyor.

Üç karakterin kendi hükümranlığını ilan ettiği 3 mutfak, ortak bir lezzet ile bağlanıyor birbirlerine. Hiç tanışmayan, fiziksel olarak kesişmeyen hayatlar her birinin ağzında benzer tatlar bırakıyor ve her bir malzeme hayatlarında yeni bir keşfe dönüşüyor.

New York sakini, Lillia, Manhattan'daki 'hareketli' hayatından önce, Filipinlerde gerçek ismini, Manggagaway'i geride bırakmış ve kaderini kendi çizdiği bir hayatın kahramanı olmuştur.
"Meleklerin uğramadığı yer" olarak tanımladığı doğduğu bu yerde yıllarca "parmak ucunda" geçirdiği bir hayata adeta mahkûm olmuş ve sınırları belirlenmiş yaşamı evin mutfağı olmuştur.
Kocası Arnie, eşini ne kadar sevse de onu sadece mutfakta geçen bu yaşama esir ettiğinin farkında değildir.
Lillia işte bu mutfakta başarana kadar vazgeçmemeyi, denemeye devam etmeyi öğrenmiştir.

İstanbullu Ferda'nın
keşifleri ve rutinlerle beslenen hayatı ise annesinin kalça kırığının beraberinde hayal kırıklıklarına ayrılmıştır. Yine de Ferda insanın "hayal kırıklıkları üzerinden beklentilerinin ne olduğunu daha iyi kavrayacağına inanan biridir. Ve bir gün karşısına, onu diğer kahramanlara bağlayan bir kitap çıkacaktır: Sufle."

Paris’teki kahramanımız Marc
bir ömür süreceğine inanarak tutku ve aşkla bağlı olduğu hayat arkadaşını, sevgilisini belki de en değerlisini Clara’yı tam da dünyalarının merkezinde kaybetmiştir.

Ölümü yaşayan bu adam girdiği derin hüznün yolculuğunda yaşayarak hayatı keşfetmeye karar verecektir. Ve keşfe "mutfak"tan başlar. Tarifler ve isimlerini yeni yeni öğrendiği malzemeler oyuncakları olacaktır.
Lillia ve Ferda'nın mutfak geçmişine sahip olmadığından Marc'ın suflesi öncelikle hayatının içinde pişecek ve uzunca bir süre "çöküşün gözleminden sonra, hayatı yemeklerine kattığı malzemelerin yanında, buluştuğu damaklarla, özenle hazırlanmış sofralarda kıvam bulacaktır."

Üç şehir, üç mutfak, tek lezzet. "Yaratmak", "keşfetmek" ve "ölüm" başlığında tanışmadan kesişen üç insanın hikâyesi burada başlar.
Leziz yemekler ve keyifli okumalar dileriz.